15 Aralık 2011 Perşembe

Hakkımdaki 7 gerçeğin mimi :)

Tibet’in annesinden gelen bir mim’i cevaplıyorum!



Hakkımdaki 7 gerçek:)

1-   Eyeliner sürmeyi bi türlü beceremem, becerenleri de kıskanırım :)

2-   Okuycağım bir kitabım yoksa içimde bir boşluk olur. Bi tarafım eksik kalır, kendimi yalnız hissederim. Kitaplarım bittiğinde ayrılık acısı çöker içime...

3-   Bazen içimde çok ani hevesler ortaya çıkar ama tam işe koyulma anında hevesim puffff diye uçuveririr ve ben her defasında kendime çok kızarım…

4-   “Duanın ve inancın” gücüne inanılmaz inanırım. Bu beni her zaman rahatlatır.

5-   Saç kestirme zamanımın geldiği çeşitli evrelerle kendini gösterir.
·      Öncelikle saçın şekli sabitlenir, bir süre değişmez,
·      Sonra bu durum beni sıkmaya başlar.
·      Bir değişiklik düşüncesi içimi yer.
·      Sonra saçımı her zamanki modelinde kestirmeye karar veririm içten içe..
·      Ama yine itici bir güç gerekir bunun için. Örneğin; bir sıkıntı, bir huzursuzluk vs. ve ben kendimi kuaför koltuğunda bulurum.
·      Hep aynı kişiye hemen hemen aynı modeli kestirir, hemen her seferinde beğenmez, alışamaz, ağlar ve kendim şekil verdiğim ilk andan itibaren saçımı sevmeye yeniden başlarım J

6-   Çok sinirlenince gözüm hiçbir şey görmez, karşımdakinin kim olduğunu, söylediklerimin nereye varacağını düşünmez öyle konuşurum ama çok kısa süren bu veryansından sonra yaptıklarıma üzülür, oturup ağayacak duruma gelirim.

7-   Değer verdiğim kim varsa içimde ona karşı tarif edilmez bir bağ oluşur. Alıştığım her şeyden çok çok zor vazgeçerim.

İşte ben kısaca böyleyim! Acaba Esra nasılmış :)))

Umursamaz değil ama biraz daha az umursar olmak istiyorum…


Düşünüp düşünüp içinden çıkamadığım zamanlar oluyor…
Öyle hızlı ilerliyor ki düşünce trafiğim;
 bi bakıyorum aklım fikrim karman çorman olmuş.
Çok kısa zamanda bütün ruh halim değişmiş.
Birden karalar bağlamışım…


Bir insanın düşüncelerinin bu hızda iniş çıkışlar yaşaması normal mi? Bence değil! Zaten bi posta da bu yüzden kızıyorum kendime…

Umursamaz olmak hoş diil tabii ki ama her şeyi fazla umursamak, en basit olayın, sıkıntının hayatına yön vermesi, bütün modunu değiştirmesi de doğru değil…

Bu yüzden ben artık biraz “az umursar” olmak istiyorum.

Daha az düşün
Daha az takıl
Daha az yorumla
Daha az eleştir
Daha az yorul

O zaman her şey “daha” kolay olmaz mı?

6 Eylül 2011 Salı

Ben demişim ki:

Bu ilkbahar ruhum gibi;
aniden güneş açıyor, sonra yağmur çiseliyor...
Tam çiçekler açacak gibiyken rüzgar toz duman ediyor dallarımı!
Ama biliyorum ki adı "bahar" bu mevsimin,
ardından yaz gelecek...


04.05.2011


ve gelmiş....

11 Ağustos 2011 Perşembe

Aklımdan hiiiç çıkmasın!



"İsteklerine ulaşmanın ilk ADIMI, isteklerinin olmasını beklemeyi BIRAKMAKTIR. Beklentinin bittiği yerde AKIŞ BAŞLAR..."                                                                                                                                 Eternal Silence


Güne endişe ve korkuyla başlama.
 Eğer şu an öyleysen hemen Bakış açını daha iyi bir şekilde değiştir. 
Yaşamındaki herhangi bir olay ve duruma bakarken 
bardağın dolu tarafından bakmayı seç.
 Bundan öğrenmen gerekeni, öğren ama gününü kendine ZEHiR etme.
 Şükranlarla doldur yaşantını...
UNUTMA ki; senin bu beğenmedigin hayatın,
 başka insanların en büyük hayali olabilir.. 
Sahip olduğun şeylerin FARKINA var.
Neşeni bil ve MUTLU ol.. 
Sevinç, Neşe, Mutlulukla birlikte Sonsuz şifa seninle olsun...
"İYİ Kİ VARSIN”





Kendi deneyimine dayalı olmayan herşeyi sadece bir varsayım olarak kabul et... Onu bir inanca dönüştürme... İnanca dönüşen herşey sende bir SINIR daha yaratır.. Bu inançlara kilit diyorsan kilittir..
 Dünün doğruları bu günün şartlarında yanlış, yada yanlışları doğru olabilir. Bu herzaman böyledir. SEN Katı inançlara sahip olmak yerine ESNEK ve seni geliştiren düşüncelere sahip olmayı SEÇ..
İçinde SEVGİ içermeyen herşeyi Serbest BIRAK.. Yaşamla birlikte AKIŞTA OL! AŞKLA yaşa..                                                                                                                       





10 Ağustos 2011 Çarşamba

iftar vakti-1

İftar organizasyonlarımız tam gaz başladı ve devam ediyor; lakin fotoğraf makinasının azizliği yüzünden ilk kez dünkü yemekte birkaç fotoğraf çekebildik :)







Seviyorum İntaş'ı ve hayatıma eklediklerini...

9 Ağustos 2011 Salı

bir fincan kahvenin kırk yıl hatrı varsa...

böyle bir fincanın değeri ne ile ölçülebilir?




günüme renk kattın :)

İyi ki varsın...

2 Ağustos 2011 Salı

"Güzel buralar!"





20 Temmuz 2011 Çarşamba

Bir trafik var içimde…


Bir trafik var içimde… Öyle ki başlangıcı zor, devamı karmaşık, ötesi düşünülmemiş…

Yola çıkarken gelir ya bir huzursuzluk insanın üzerine ara ara… Hele ki belli değilse nereye gideceğin, gitmek isteyip istemediğin, gittiğin yerde seni bekleyenenin kim olduğu, ne olduğu... O zaman huzursuzluk daha bi boğar insanı.

Ama niyetin bellidir az çok… Bi taraf daha ağır basar; gitmek istersin gözünü karartıp ya da kalmayı seçersin huzursuz ama risksiz…

Gitmeyi seçersen yeni bir süreç başlar senin için. Daha heyecanlı, daha meraklı, daha belirsiz ve daha hızlı…

Işte trafiğe çıkmışsındır artık, akıp gidersin içinde… Bazen daralır boğulursun, bazen için içine sığmaz kıpır kıpır olursun… Trafiğin en yoğun anında, kendini kalabalıklar arasında bulursun.

Dönmek istesen dönemezsin. Hem yol almışsındır hem kendine yeni tatlar katmışsındır. Gitmek istesen son sürat, bi yere toslayacağından korkarsın…

Ama trafiğe güven duyulmaz diye bir şey yok ki… Güvenebilirsin de trafiğe, hatta güvenmelisin de… Bir şey olacak mı korkusuyla çıkılmaz ki yola…

Bakarsın içinde yeşil bir ışık yanar, sana yeni yollar açar. Güven verir, yürür gidersin ardına bakmadan.

Bazen sarı yanar, durur düşünürsün, ikazdır. Ne var ki bunda! Hata da yaparsın... 
Iyidir sarı… 
Vakit verir, fırsat verir, dank ettirir. Oturur çözersin, anlar, bilirsin.

Sen yeterki iyi bak! Kırmızılar bile güzeldir... Durur dinlenirsin, gidenlere yol verirsin ama fazla yakalanmamaya bak çünkü vakit kaybedersin ;)

7 Temmuz 2011 Perşembe

Bir buluşma faslı daha :)



F: Kızlar yarın buluşuyor muyuzzzz ??

T: Eveeeeeeeeeeeeeeeeeeeeett!!!!!!!!!!!!

M: Yes yes yes!

F: Yarın bütün gün nereye gideceğimizi tartışacak mıyız? :D

T: O zaman kilit soruyu sorim miiiiiii?

M: Dur, ben cevap verim... Arnavutköy :))) 

F: Yok Sefaköy :)))))))))

F: Buldum! Ortaköy or Kadıköy :)

M: Çok yaratıcısın!!! Arnavutköy de 2 durak ilerde….

F: Bulun ozaman yaratıcı fikirler

F: Yok abi biz yine nerede buluscağımıza karar veremeyiz...

M: Ufff!!! Her seferinde biri karar versin bence :) Sıraya koyalım :))

F: Evet, mantıklı... İlk kim ona kara weremeyiz bence ?


Diye başlayan konuşma Ortaköy'deki buluşmayla noktalanmış oldu :)

Önce güzel bir yemek yedik.






Sonra çay, kahve, nargile ve tiramisu adında cheese cake...

Beşiktaşa yürüme çabaları!

Abiye elbiseli böcekler, 

 acayip konuşmalar, 

şaşırmalar,

kaldırıma serilmiş bi halde atılan kahkahalar...

Metrobüs ve çılgın köpek…

Minibus hayalleri :)))

Ve birlikte yaşanmış, eğlenceli,sohbetli bir gün daha………… 

22 Haziran 2011 Çarşamba

Geçtiğimiz hafta sonu, ben savaş yorgunu…


Mevsimlerin değişmesi beni hep heyecanlandırmıştır. Özellikle yaza geçişi ayrı bi severim :)

Havalar ısınır, etraf yeşillenir, içim kıpır kıpır olur hep… 
Ama bu geçişlerin sevmediğim bir yönü var ki o da;

"Yazlıklar & Kışlıklar Savaşı"

Dolaplar boşaltılır, yazlıklar çıkar kışlıklar tek tek temizlenir paklanır, kaldırılacak yer bakılır. Nedense bir türlü toplanamaz o dolap… 


Sanki dolapta birkaç parça olan eşyalar dışarda bin parça olur …

Yine böyle bir geçiş dönemi atlattım işte :)
Üstelik 3 gün 3 gece sürdü ;)

Dağınıklık yüzünden kıyafetler dolaplardan taşmaya başlayınca anneciğim isyan bayraklarını çekti ve:
 “Hiçbir şeyini toplamıycam artık!” dedi :) 

Bilmiyor ki o dağınıklığın içinde bir düzenim var benim :)

O, kıyafetlerim arasından aradığını bulamadığı için kızıyor, ama ben ne nereye sıkışmış, ne neyin altında kalmış dağıtırken aklıma tutabiliyorum…

Ben böyle böyle idare etmeye çabalarken yer laminantları da isyanı bastırınca bu savaşa katılmak farz oldu. Ben gardıropla nasıl başa çıkarım diye kara kara düşünürken bütün dolaplar, çalışma masası, raflar, kitaplar, birikmiş notlar da savaşa katıldı…

Çok yoruldum çok…

Işte bunlar da savaş alanından manzaralar:



Mecburen salona taşındım bi süre :)



21 Haziran 2011 Salı

29/05/09 ruh halim…



Bazen uzak, bazen boşluk, bazen huzur, bazen bol bol şükür anlatıyor beni…
İçinde bulunduğum farklı durumları, ruh halimi, kalemin yerini bile değiştirmekten çekinir oluyorum, büyü bozulmasın diye…
Ama büyü, olmasını istediğim an için geçerli değil ki her zaman…
Baktığım kalem ertesi sabah uyandığımda içimi sıkmasın, huzurla uyanayım…
Okuduğum kitapların etkisinden kolay kurtulamıyorum...
 İncilerim dökülmeye hazır bekliyor, en ufak bir cümleye gözlerim değdiğinde…
Belki ben küçümsüyorum içimi acıtan hisleri, sebepleri…
Sanki içimde beni dimdik ayakta durmaya zorlayan bir ordu komutanı var… Ondan çekiniyorum… 
Belki için için biraz yumuşasın istiyorum; ama doğru olanın hangisi olduğunu seçemiyorum…
 En bunaldığım anda şükrediyorum hayata, bana sunduğu eşsiz güzellikler için, sağlığım için…
Huzura alıştım, bir an bile benden uzaklaşsın istemiyorum…
Özgürlüğü sevdim…

Belki dönüp yazdıkları okuduğumda fark ettiğim gibi yüklemler belirgin olsun istemiyorum cümlelerde...
Bazen belirsizlikler daha güzeldir…
Üç noktalar olsun hayatımda; güzellikler sürpriz olsun!


hiç hatırlamıyorum ne için yazdığımı, karaladığım kağıtlar arasında buldum, yerine koydum...

7 Haziran 2011 Salı

ön yargı...



Aylar önce, kış, karanlık, iş çıkışı bizim otobüse bindim.

“Bizim otobüs” çünkü her sabah ve her akşam aynı insanlar biniyor, dönüşümlü 2 şoför kullanıyor otobüsü.

Servis gibi aynı...

O kadar ki ben her gün, gidiş-dönüş 3 saatimi, rahatlıkla uyuyarak geçirebiliyorum :)

 Aylar önce; işte o dediğim akşam yine, otobüsün kalkmasını bekliyordum. Önümdeki  koltukta da bir poşet duruyordu. Biri yer tutmak için koymuş herhalde dedim içimden…

 Derken hardal sarısı şapkalı, beyaz saçlı, havalı bir amca bindi otobüse, önümdeki koltuğa yaklaştı, poşeti aldı, sağına soluna bakındı. Koyacak yer arıyor herhalde dedim…

Sonra da içimden bir ton düşünce geçti…
 İnsanlar ne kadar gariplerdi! Ne var yani bunca boş koltuk varken oraya oturması şart mıydı? İnatçıydı galiba! Almış poşeti eline dönüp duruyor! Bencillik bu…

Sonra bana dönüp poşeti gösterdi sen biliyor musun gibilerinden. 
Hayır anlamında başımı salladım.

Önümdeki koltuğa oturdu ve bana döndü, tekrar poşeti gösterdi;
!!! konuşamıyordu !!!

Üzgün bir ifadeyle unutmuşlar bunu dedi ya da onu anlatacak bir şeyler işte…

Allah’ım o kadar utanmıştım ki….  Adama bakakaldım…

Kalktı şoföre gitti, derdini ona anlatmaya çalıştı, şoför de; ben ne yapayım amca yaa dedi :(

Boynunu büküp geri geldi. Adamcağız ciddi üzülmüştü poşete.. Otobüse binen hemen herkese tek tek gösterdi; ama kimse ilgilenmedi. O da gelip tekrar oturdu. Bana dönüp tekrar boynunu büktü n'olcak der gibi…

Nasıl üzüldüğümü, kendime ne kadar kızdığımı anlatamam….
Ön yargılı yaşamaya ne kadar alışmışız. Adamcağız o haliyle ne için uğraşırken ben onun için neler düşündüm…

Ondan başka kimsenin ilgilenmediği şeyle o haliyle nasıl da uğraştı…

Sonra tekrar baktı poşete, içinde hastane dosyaları, sağlık raporları falan vardı. 
Galiba oldukça önemliydi .
Her bir evrağı çıkardığında da bana dönüp “günah günah” dedi. Belli ki çekiniyordu bakarken… Sonra aradı taradı telefon numarası buldu içinde. Çok sevindi. Arayacağını anlattı.

Ilginç ama gidene kadar benimle konuştu… Yani konuştu derken bi şekilde anlaşabildildik. İşaretlerle, dudak hareketleriyle… Nerde oturduğumu sordu, oralar çok güzel yerler dedi...
Okuyup okumadığımı sordu, gidene kadar tebrik etti beni.

Aslında ben onu tebrik etmeliydim…

Öyle bir insandı ki içimi ısıttı resmen. Nasıl bir enerjiydi anlayamadım.
Gözlerim dolu dolu indim otobüsten.
Dışardan bakıldığında fıstık gibi bir amca, hayat dolu belli ki, iyi, yardım sever ve hiç bir şey onun bu ruh halini sınırlandıramamış.

Bi de bize bak dedim içimden hem ona karşı ön yargımdan hem de kendi ruh halimden utandım.

En ufak bi rüzgar bizim içimizde fırtınalar kopartırken insanlar ne depremler yaşayıp da ayakta kalabiliyor.

Bravo ona!

Eve gidene kadar şükrettim, içimden geçirdiğim her şey için, eksik bulduğum ama aslında göremediğim ve nankörlük ettiğim şeyler için özür diledim…

Sonra şu ağaçları gördüm bizim sokağın başında.


Biri yaşamı diğeri ölümü çağrıştırdı…

İkisi birbirine bu kadar yakındı.

Ikisinin arasından geçip eve gitmek zorunda olduğum gibi ikisi arasında yaşamak zorundaydım.

Tekrar şükrettim...

Hayatta olduğum, bunları görüp üzerine düşünebildiğim ve başkalarına anlatabilidiğim için!


Uzun zamandır yazmak istediğin bir yazıydı bu, iyi oldu…

31 Mayıs 2011 Salı

Ay sonu gelince;


Ay sonu gelince;


“Nakitler kağıda dönüşür, cüzdanı fişler doldurur.”

Hiç sevmiyorum kağıt yığınlarıyla uğraşmayı ama tembellikten olacak; düzenli temizlik yapamıyorum cüzdanımda, çantamda…

Fişler, kağıtlar falan da o kadar çok ki; sadece cüzdan ve çanta toplamak yetmiyo.. Mesela geçen gün gözlük kutumdan da bir fiş çıktı J

Ay sonu dediğin; cüzdan detoksu yapma zamanı…

Ay sonu dediğin; kuantum yapma zamanı: “Gitsin kağıtlar, gelsin paralar!”

Ay sonu dediğin; tamamen duygusal bakmak da değil tabii :) 
“Gitsin kötü zamanlar, gelsin eğlenceli anlar!”

Ay sonu dediğin -özellikle bu aylar için- “Gitsin gri bulutlar, gelsin güneşli havalar!”

Hepimiz için güzel bir HAZİRAN olsun...

28 Mayıs 2011 Cumartesi

ben küçükken...

Aylin bana çok eğlenceli bir mim yollamış; 


"Ben küçükken..."


Ben küçükken, annemler bana Barbie bebek evi alsın diye uykumda sayıklama numarası yapardım.

Ben küçükken, çocuklu misafirler geleceği zaman odamın kapısını kilitleyip önünde ağlardım, gelip dağıtacaklar diye...

Ben küçükken, her yere sürüklediğim oyuncak bir köpeğim vardı. Annemler gerçeğini almayınca onu gerçeği yerine koymuştum. Denize, pikniğe, misafirliğe onunla giderdim. Hatta o kadar benimsemiştim ki onu; insanlar gerçek olduğuna inansın diye telefonu açtığımda önce havlar sonra "alo" derdim :)))) Bi gün annem çamaşır suyuyla yıkayınca tüyleri döküldü, benim için öldü. 
Yerine hiçbir şey koyamadım :(

Ben küçükken, bir dönem apartman görevlisi çöpleri toplamaya geldiğine "Onlar bizim çöpümüz, alamazsın!" diyip ağlayacak kadar cimri; bir dönemse her şeyimi başkalarına dağıtıp insanları hayrete düşürecek kadar cömerttim :)

Ben küçükken, yalnız kalıp korktuğumuzda; dua etmeyi biliyor musun dediğimde bilmiyorum diyen arkadaşıma, 
"Ben biliyorum ama o yalnızca beni korur..." diyecek kadar bencildim :)

Ben küçükken, dayıma aşıktım. O yüzden yengemden hiç hoşlanmazdım.

Ben küçükken, kollukları ayaklarıma takıp denizde tepetaklak olmuştum. Neyseki kurtardılar :)

Ben küçükken, annemler bana yemek yiyip çişini yapan bebek almadığı için; oyuncak bebeğimin ağzına ve çiş yaptığı yerine :) delik açıp içine pipet yerleştirmiştim. Ama mama diye verdiğim su eklem yerlerinden çıkıca kollarının ve bacaklarının etrafını bantlamak zorunda kalmıştım :)

Ben küçükken, sakızları yuttuğum için annem; içinde sakız ağacı çıkacak
derdi. Ben de o sakızlar paketli mi olacak yoksa çiğnenmiş mi diye düşünür dururdum :)

Ben küçükken, herkesin arkasından ağlar, peşlerine takılır, gider onlarda kalırdım. Gece de uyanıp annemi isterdim. 
Gecenin bir yarısı eve taşındığım çok olmuştur.

Ben küçükken, yine teyzemin arkasından ağlamış sonunda onlara gitmiş ama gece yine ağlamıştım. Teyzemin üzüldüğünü görünce de " Ben gündüzleri melek geceleri şeytan olurum" diye savunmamı yapıştırmıştım :)

Ben küçükken, kardeşimin cinsiyetinin değişebileceğine inanmıştım.
Doktor; "Kardeşin erkek ama istersen değiştirelim doğmadan" dediğinde çok sevinmiştim :)

Ben küçükken, "pilot"un birleşik kelime olmadığına bir türlü ikna olmazdım:
 pil+ot işte! Kim demiş olmaz diye :)))

Ben küçükken, annem saçlarımı kısa kestirdiğinde kafamdan geçirdiğim kazağı ters çevirip saç yapardım ve buna inanırdım, başkalarının da inanmasını beklerdim.


Ben küçükken, hep kahküllerim vardı. Annem kesmezse ben keserdim, kırpılmış koyunlara dönerdim :)

Ben küçükken, gece yarısı uyanıp yataş puffy yorgan ve brezilya dizilerinin yakışıklısı Luiz Fernando'yu istiyorum diye hüngür hüngür ağlardım. 
Babam uyku sersemi ne istediğimi anlamadığı için anneme; "Ver ne istiyosa, ağlatma çocuğu" derdi... 
Zavallı annem gülsün mü ağlasın mı :)))

Ben küçükken, Fenerbahçe ordu evinin merdivenlerine aşık olduğumu söylerdim.

Ben küçükken, annem bana hüzünlü şarkılar söylerdi ben de ona sarılıp ağlardım. Bana kızdığındaysa ben ona şarkı söyleyip popomu sallardım, o da dayanamaz gülerdi :)))

Ben küçükken hakkaten bi acayipmişim şimdi daha iyi anladım.


Merak ediyorum Beste,  Deli Anne ve Esracım küçükken neler yaparmış :)

20 Mayıs 2011 Cuma

İzmit’e memleketim diyebilirim, o derece yani :)

İzmit’le ilgili maceralarımı, anılarımı yazmaya daha erken başlamalıydım diye geçirdim bu yazıyı yazmaya başlarken… 
Üniversiteye hazırlanırken başlayan maceralı yılları saklayabilmeyi çok isterdim:)

Ikinci öğretim Türk Dili ve Edebiyatı'nı kazanmamla başlayan bu macera, bu yıl 5. senemde yüksek lisans sayılmasını istediğim formasyonla son bulacak…

Ünversiteyi kazanma hırsı gözümü öylesine bürümüştü ki ilk sene hiç bir yeri kazanamadığımı öğrendiğimde öleceğimi sandım. Öyle ki sırf bu stresi bir kere daha yaşamamak için 2 yıllıklarda bile ne kadar saçma sapan bölüm varsa  yazmıştım. Ama kazanamadım. Hem de bunu tatilde öğrendim:(( 
Ufff şimdi hatırlıyorumda bütün gün ağlamıştım. 
Canım babam bi heves sonucu benden önce öğrenmiş ama bana söyleyememişti bile:(

Ne yazık ki kaçış yoktu ve bir sene daha aynı stresle başa çıkmak zorundaydım; ama ne gariptir ki şimdi dönüp baktığımda o yıl hayatımın en güzel geçen yıllarındandı diyebiliyorum!.. O nedenle de emeği geçen herkese ama özellikle birisine çok çok çokkkk teşekkür ediyorum ve diyorum kiiii neyin sizin için en doğru yol olduğunu bilemezsiniz bu yüzden ön yargılı olmayın... 2. senemde ÖSS canavarıyla savaşmaya hazırlanacağımı düşündüğüm bir yılın en iyiler listemde olacağı kesinlikle aklıma gelmezdi. He tabii sınav sonuçları açıklandığında böyle mi hissettim hayır! 
Bütün bir yıl deli gibi çalışıp, yığınla test kitabı bitirip önceki seneden sadece 2 puan fazla aldığımı öğrenince çantamı toplayıp 
gitmeye kalktım… 


Nereye gidiyorum?
Bilmiyorum
Çantamda ne mi var? 
Yalnızca –iç çamaşır-!!! 

Işte insan bu kadar saçmalayabiliyormuş bazen :)

Yine ön yargılarla hareket etmişim demek ki; çünkü bu puanla üniversiteye rahat bir şekilde girebildim…

Bu istek içimde öylesine büyümüştü ki kendi kendime totemler oluşturuyordum. Saçma sapan kıyaslar yapıp saçma sapan kararlar alıyordum. 
Hayatta en çok korktuğu şeylerden biri iğne olmak olan biri olarak bir gün dedim ki “Eğer kazanırsam iğne olmaya razıyım ama dişimden” 
(ufak adımlar atıyorum güyaaa… :)

Sonra ne oldu? Bir ay once ayayıp randevu istediğim dişçi sonuçların açıklandığı gün beni arayıp o gün gelmemi söyledi :) 
Gittim...


 Aramızda geçen diyalog:

-       Iğne yapmam gerek
-       Olmaaaaz!
-       Iğne yapmadan olmaz….
-       Ama ben 4 tane dolgu yaptırdım bugüne kadar, iğnesiz!
-       Bu seferki olmaz…
-       Peki, en azından üniversiteyi kazandım…

Yani tıpış tıpış iğnemi olup eve geldim bütün gün o zamana kadar hiç çekmediğim bi ağrı çektim. Arayan arkadaşlarım yaa hiç sevinmedin mi sesin hiç iyi gelmiyooo falan dediler

    -(!)

Sonraaaaa sonraaaaaaa gittik annemle kaydımı yaptırdık, okulun yerini görünce bi kere daha yıkıldım. Her gün o dağa mı tırmancaktım yani… 
Neyse kazanmıştım susmalıydım.

Servise yazıldım 1 ayda 3 servis değiştirdim, yapamadım. Zaten eve gelişim 00.30’u bulduğu için annemler ilk baştan beri yurtta kalmam taraftarıydı. Bu seferde siz beni istemiyosunuz diye ağlaıp zırladım… 
Huysuzluktan diil bunlar gerçekten zor bir dönemdi :) 
Derken yurt çıktı, yazıldım. 2 senede 3 oda değiştirdim, her bulduğum fırsatta eve koştum. 3. sınıftaysa her şey değişti.
 Şimdi kardeş diyebileceğim insanlarla aynı odada buldum kendimi, devam zorunluluğum da yoktu İzmit İstanbul arası öyle güzel 2 yıl geçti ki… Yurdum okulun içindeydi ama ben sadece merkeze inmek ve İstanbul'a gelmek için odadan çıkıyordum öyle bir bağımlılık yani :)

Aslında bu postu yazma amacım en son yolculuğumdan bahsetmekti, ara ara dönmeliyim İzmit dünyasına, aklıma gelenleri kaydetmeliyim ki zaman geçtikçe unutmayayım :)

Şimdi formasyon için haftada 2 kez izmite gidiyorum, geçen p.si de staj için düştüm yollara :) 


Efe Tur'da beklemeye başladım, bu ağaç da hoşuma gitti, fotoğrafını çektim :)


Serviste de beni bu komik kurbağacık karşıladı :)


İşte benim yolculuk keyfim :)


Burası da benim İzmit durağım, çooook anısı var ben de iyi - kötü :)


Sonra da dönüş yolu :)


Seviyorum bu şehri, bana kattığı bütün yaşanmışlıklarıyla...






Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...